Bu ay ki yazımız; CEMİYETİMİZİ KENDİNE GETİRECEK RUH
Şahsî Kalemimden
Bu ay ki yazımız; CEMİYETİMİZİ KENDİNE GETİRECEK RUH
Şahsî Kalemimden
Cemiyetimizi Kendine Getirecek Ruh
Tabiatta her bir kanunun, oluşumun, hadisatın ve varlığın hasletlerini belirleyen harici sınırları ve birbirlerine olan tesir sahalarını teşkil eden dahili sınırları olduğu gibi bir insan kütlesini ifade için kullanılan cemiyet de aynı derecede bir anlayışla ortaya çıkmıştır. Tarihî hakikatlerin ışığında içinde yaşayan fertlerin ruhuna tesir ederek ve fikirlerine hüviyet bahşederek kendisine daima ileri bir mevkide gaye belirlemiştir. Fert, şüphelerini bertaraf edip fikirlerini şuurunun emrine verdikten sonra içinde bulunduğu durumu tahlil edip, bir hareket ahlâkıyla hareket etmeyi bu yönüyle kendine vazife bilmek zaruretini kendinde hissettiğinde burada ferdî aydınlanmanın kıvılcımı ateşlenmiş demek olur. Bugün insanlığı birbirine düşman eden, fikirlerini ve haysiyetini çiğneyen, ulvî duygularını ve inançlarını ayaklar altına alan, memleketlerini talan eden başıbozukların cemiyetini ve medeniyetini gördükçe beşeriyeti kurtaracak ruhu evvela kendimizde aramalıyız. Böyle bir ulvî hakikati kendimizde peyda etmek için ise neler yapmak gerekir? Bu hakikat yolunda düsturumuz nasıl olmalıdır?
Evvela ifade ettiğimiz gibi bu işin esas merhalesi umumî bir ahlâk, erdem ve irade ile yetişen ve her hareketini ilahî nizamın bir parçası gibi gören bir fertler topluluğu yetiştirmektir. Bu yönüyle kuru tahta ve beton yığınlarından ibaret olan mektep ve üniversitelerimiz kat’iyyen yeterli değildir. Bilakis bizim için esas ve ehemmiyetli mesele hareket kaynağı, ilahî telakki olan bir fert ve cemiyet ahlâkıdır. Bugün yokluğundan muzdarib olduğumuz ve bütün beşeriyetin hasretini çektiği fevkalâde nizamı meydana getirecek ulvî müessesemiz; bahsini yaptığımız fert ve cemiyet ahlâkı ile birleşen mekteplerimizdir. Böyle bir meseleye girişmekten kendini uzak tutan güruhun fikirleri bizi alâkadar etmez. Bunun ötesinde neyi aramak lazımdır? Bütün şartlar yerine oturduğunda ve istikamet sarih bir hal aldıktan sonraki davamız; memleket meselelerini yetiştirmiş olduğunuz büyük adamlara teslim etmek olacaktır. Evvela memleketin ve cemiyetin davasını ferdin davasında görmek bazımdır. Bu öylesine ehemmiyetli bir vazifedir ki her şeyden evvel buna talip olanlardan ötürü layık olanları vazife başına getirmek lazım gelir. Zira böylesine ciddî hakikatlerden istifade ederek kendilerine şöhret kazandırmaya çalışanlar da yok değildir. Bunun farkına varmak ve bertaraf etmek de yine memleket evlatlarının vazifesi olacaktır. Daha başka ve geniş bir perspektiften bakıldığında insanlık tarihinin aydınlanmasında temel bir prensip mahiyetinde olan medeniyet ruhu da bir cemiyetin uyarmasına vesile olan esas prensiplerdendir. Bu yönüyle bugün bizim hiçbir medeniyeti taklide ihtiyacımız yoktur. Esasında bir yığını millet yapan tüm olgular ve hükümler cemiyetimizde ve medeniyetimizde mevcuttur. Çünkü modern sosyolojinin de tedkik ettiği haliyle bir milleti meydana getiren şuur onun her hayatî, ilmî, fikrî, manevî fonksiyonlarında görülür. Hiç olmazsa bu kaide erdemli cemiyetlerde böyledir. Zira ancak erdemli bir cemiyet tarihiyle, kültürüyle, münasebetini muhafaza eder. Böyle bir hükme varılmasındaki maksat elbette ki garplılaşma hevesi ile tüm gayretini sarf edenlere bir ikaz mahiyetinde olan telakkiyi hatırlatmak olduğu kadar meselenin vahametini de alenen ifade etmektir. Böylelikle geleneksel felsefeden ayrı olarak 19. asrın ortalarından itibaren ortaya çıkan modern felsefenin bugün ki şeklini alma merhalesine dair zannımca birkaç tahlili ele almış olduk. Zira evvelinde modern felsefe, çürüyen cemiyet ruhuna bir derman bulmak gayesinde olmasına rağmen zamanla cemiyet ruhunu daha da müşkül bir hale koydu. İşte biz bugün çürüyen bu cemiyet ruhunu beynelmilel sahada tekrar şaha kaldıracak bir gençliğe talib ve bunun öncüsü olmak gayretinde bulunmalıyız. Tarihimiz, dinimiz ve medeniyetimizle münasebetimizi güçlendirmek, bunun yanında vatanî ve içtimaî meseleleri şahsî meselelerin üzerinde mütalaa etmek düşünen her ferdin meşguliyeti olmalıdır. Düşünce sahamızı, şuurumuzu, sevgimizi, ve zalime olan öfkemizi her gün bir adım daha ileriye taşımak mecburiyetindeyiz. Öyle ki zihnimizi meşgul eden olgularımız, hayat tarzımız, cemiyet formasyonumuz esasında şahsî keyfimize yahud şevklerimize göre şekillenir. Peki bir milletin şahsî davasından ne anlamak lazımdır? Bir milletin şahsî davası hangi durumlarda fert derecesine düşer? Bunu sarih bir şekilde anlamak için evvelde bizim Tanzimat devrine kadar üstlendiğimiz beynelmilel vizyonu hatırlamak lazımdır. Her milletin cemiyet ruhunu yücelten yahud inkıta uğratan (durduran) meseleler, dönüm noktaları mevcuttur. Tarih bunun misalleriyle doludur. Şüphesiz ki cemiyetimizin bu bağlamda tecrübe ettiği durum pek farklı olmakla beraber maalesef ki bugün bu kadar ilmî, fikrî terakkiye rağmen hâlâ anlaşılmış ve hallolmuş değildir. Tanzimat ile beraber büründüğümüz garp şahsiyetini başka bir yazıda ele almak pek yerinde olur. Burada sadece birkaç umumî tahlil yapmak yeterli olacaktır. Zira Tanzimat hem fütuhat hem de sosyal hayatın kaynaşması ve cemiyet formasyonunun tekrar şekillenmesi açısından esas bir dönüm noktasını teşkil etmektedir.
Tanzimat ile beraber batılılaşma kısmen de olsa devletin denetimine tabi tutuldu. Evvelde bu şahsi çabalara bağlı iken Tanzimat ile beraber umumî bir vaziyet aldı. İmparatorluğun sınırları dahilinde yaşayan herkes bundan bihaber olsa da Payitaht'ta yaşayanlar bu modernleşme hareketlerinden birinci derecede etkilenmekteydi. Öyle ki bundan en fazla cemiyet ruhu etkilendi. Bugün garplılaşma hastalığına tutulan herkes terakkimize engel olan prensiplerin başında imparatorluğun kendisi olduğunu ifade ederler. Modern sosyolojinin hakikatlerine ters olan bu basiretsiz iddialara cevap vermek zahmetine elbette girmek istemeyiz. Lakin bugün cemiyetimizin içinde boğulduğu buhranların her sebebini Tanzimat’ta aramamak lazım gelir. Zira Tanzimat bir başlangıç mahiyetindedir. Bu yönüyle meseleyi daha sarih şekilde anlamak istersek büyük fikir adamlarımız olan Mümtaz Turhan'ın, Cemil Meriç’in ve Nurettin Topçu’nun tüm gayret ve mesaisini serf ederek kaleme aldığı nadide yazılarını bu bağlamda okumak lazımdır. Bunun da ötesinde bugün memlekette korkunç bir dereceye varmış bulunan serbest kültürleşme ve batılılaşma hareketleri, Tanzimat devrine rahmet okutacak cinstendir. Bu hareketlerin cemiyete bahşettiği nimetlerinden ötürü hareketlerimizin ahlâkında, cemiyet ve fert şuurunda açtığı derin yaraları mütalaa etmek lazımdır. Bir aydınlanma yaşadığımız doğrudur lakin bu basiretsiz ve şahsiyetsiz bir aydınlanmadır. Hepsinden evvel bu maddeci, efsanevi ve şahsiyetsiz aydınlanmayı kendimize yani cemiyetimize ve şuurumuza uyarlamak mecburiyetindeyiz. Bunun için müşterek bir araştırma sahası kurmak lazımdır. Zira memleket meselelerinde şahsi keyif ve fikir olmaz. Serdedilen her fikir ve olgu cemiyete hizmet etmeli ve içtimaî ruhumuz ve ahlâkımızı sunî ideolojilerden muhafaza etmek gayretinde olmalıdır. Merhum Cemil Meriç'in ifadesiyle sapkın ideolojiler setleri yıkılan ırmaklar gibi memlekete yayıldılar ve akıl ve şuurumuzu esir aldılar. Peki bu esareti bertaraf edip hakikatin ışığına tekrar ulaşmak mümkün müdür? Bunun en sarih misali 35 sene evveline kadar ideojiler vasıtasıyla ikiye bölünmüş Almanyadır. Ülkenin doğusunu; Asya kıtasını tahakkümü altına alarak memleketlerin genç nesillerini birer ideolojiperest olarak yetiştiren Marksizm- Leninizm yönetmekteydi. Batısını ise; 17. asırdan başlamak üzere Uzak Doğu, Orta Doğu ve koca Afrika kıtasını kemirip sömüren Emperyalizm yönetiyordu. Netice itibariyle Hristiyan dünyasının türlü emel ve gayretiyle Almanya birleşti ve bugün ki refahına kavuştu. Bugün bütün Müslüman cemiyetleri bunun tersini tecrübe etmektedirler. Her gün yeni fırka ve ideolojilerle biraz daha bölünmekteyiz. Ruhlarımız Batı aleminden medet ummaktan yorgun, fikirlerimiz bölünmüş, şuurlarımız sapkın fırkalar tarafından işgal edilmiştir. Hangi memlekete koşsak, hangi müesseseleri kursak, hangi iktisadî refaha kavuşsak yine de nafile. Çünkü hiçbir gayret ve mesaimizin temelinde samimiyet yoktur. Herkes küfrün zalim olmasından ve içtimaî yönden elinden hiçbir şeyin gelmemesinden yakınmaktadır. Bu vesveselerle çoğu zaman meselenin tarihî ve felsefî boyutunu göz ardı ederek dinden dahi dönenler olmuyor mu? Bütün hadiselerin giriftleştiği böyle bir hengâmede yapacağımız en ulvî gayret şahsî terakkimizi her zevk ve keyfin üstünde tutmaktır. Bunun yanında yapılacak diğer bir hareket de eldeki buğday tanesine varıncaya kadar hakikat yolunda cihat etmektir. Bugün bunları tamamıyla anlamış ve benimsemiş değiliz maalesef. Hakikatte azametli tarihimiz ile münasebetimiz kopuktur. Öyle ki tasavvurumuzu az da olsa meşgul edecek şöyle bir misali vermek yerinde olacaktır. Zamanında Rusların Özi Kalesi'ni ele geçirip içindeki tüm ahaliyi kılıçtan geçirdiği haberini duyan Sultan 1. Abdülhamit 'in felç geçirmesi ve bir vakit sonra vefat etme hadisesi tarihimizde rast geldiğimiz ve alışık olduğumuz fert ve cemiyet muhabbetine dair misallerdendir. Binaenaleyh bugün Avrupa'nın insan ve hayvan hakları tellallığı yapmamıza ne luzüm vardır ne de buna takadımız yeterdir. Hepsinden evvel kendimize odaklanmalıyız. Tarih ve medeniyetimizi pek sarih bir şekilde temaşa etmemizin yolu da her ferde hitap eden umumî bir eğitim sistemi inşa etmektedir. Binaenaleyh memlekette mantar misali türeyen özel okul ve üniversiteleri de bir düzene sokmak lazımdır. Bu keyfî bir hareket değildir bilakis her ferdi alâkadar eden içtimaî bir memleket meselesidir.
Eğitim bir fertteki hareket ruhunu ve şuurunu ortaya çıkaran, bütün maddî ve zahirî olanakların ötesinde bir cemiyet formasyonu meydana getiren temel hakikattir. Kainatın afakî yani değişmez kanunlarını erdem ve irade ile birleştirerek bir fertler topluluğu yetiştirmek gerçekte bir hülya yahud efsane değildir. Böyle bir meseleye efsane ihtimalini yakıştırmak alim, filozof ve bilginleri bütünüyle basit insan seviyesine indirmek ile neticelenir. Daha da vahimi insanlığı yetiştirmek gayesi ile vazifelendirilen peygamberlerin nebilik ruhuna gölge düşürmek olacaktır. Elbette ki bizler bu beşeriyet düşmanı fikirleri benimsemekten imtina ederiz. Zira biz üstün bir davanın, ruhun, şuurun ve ahlâkın müdafileriyiz. Nebilerden bize intikal eden yüce hakikatlere iman etmiş bulunmaktayız. 6 asır boyunca bu inanç ve vecd ile kıtadan kıtaya koştuk. Bütün ilimlerin temelini, İslam'ın yüce ahlâkından feyz almış bütün beşeriyete koşulsuz hizmet etmek esası üzerine inşa ettik. Bugün geldiğimiz noktada en büyük terakkimiz tarihimizi, dinimizi, kültürümüzü ve geleneklerimizi inkâr etmek yönündedir. Şu bir hakikattir ki bugün bir garplıdan daha çok hakikatlerimize düşman, bir garplıdan daha çok hakikatlerimize yabancıyız.
Filhakika bugün ki mânâdâ Batı medeniyetine bir hareket kaynağı teşkil eden Rönesans aydınlanması Batı cemiyetine de birlik şuuru kazandıran felsefenin kendisidir. Bizim aydınlanmamız Batı aydınlanmasından asırlar evvel vuku’ buldu lakin şunu da kabul etmek lazımdır ki bugün bir fetret devri yaşamaktayız. Hâlen kendimize gelmiş ve tarihî mefkuremize tekraren sıkı bağlanmış değiliz. Bugün memleket ve millet davasında ciddi ve gayretli olmanın esas şartı şahsî terakkimizi her yönüyle kuvvetlendirmek ve cemiyetin hasretini çektiği içtimaî aydınlanmayı evvelde kendimizde başlatmaktır.
10/12/2024