Batı'da Demokrasi Fikrinin Tekrar Zuhuru
Şahsî Kalemimden
Batı'da Demokrasi Fikrinin Tekrar Zuhuru
Şahsî Kalemimden
Esasında bugün ekseri cemiyetlerin din telakkisinin yerine koymuş oldukları demokrasi fikri, 15 ve16 yüzyıldaki Rönesans Hareketinden sonra peyda oldu ve gittikçe umumîleşti. Zira o vakitler Doğu’da sultanlıklar; Batı da ise krallar, derebeylikler hüküm sürmekteydi, İstanbul’un fethinden sonra Avrupa kıtasında bir “aydınlanma "zarureti vukua geldi. Bu aydınlanma insanın düşünce sistemini bütünüyle değiştirdiği kadar yönetim hakkını muayyen bir sülaleye yahud dine ait kılan idare sistemini de değiştirdi. Filhakika demokrasi fikrinin çıkış noktası Yunan medeniyetidir. Zira o zamanlar hakikaten de fevkalbeşer fikirler ileri süren Yunan filozoflar bugün dahi bu fikirleriyle yol göstermektedirler. İşte mezkûr Yunan medeniyetinin ortadan kalkması ile demokrasi telakkisi de, tekrardan vukua geleceği 15 yüzyıla kadar, tabiri yerindeyse bir fetret devrine girdi. Binaenaleyh, denilebilir ki bu fetret devri müslümanların İstanbul’u fethetmesi ile son buldu. Çünkü bu hadisenin Batı açısından menfî taraflarından çok müsped taraflarına odaklandığımızda Avrupa için bir fikrî ve ilmî tekâmül süreci mahiyetinde olduğu sarahaten ortadadır. İşte bu tekâmül evresinin müncer olduğu netice ise Rönesans hareketleriyle beraber zuhur eden “insan biriciktir, her şeyin en iyisini hak eder, bundan sebep bilgiye, zevke, güzelliğe, salt özgür akla ihtiyacı vardır" ve sair fikirlerin peyda olmasıdır. Binaenaleyh, amme yararından çok fert insiyak ve arzularına doğru bir temayül ön plana çıktı. Demokrasinin tekrar zuhurunun Batı aleminde meydana gelmesi pek tabî idi zira bugün olduğu gibi o zaman da Batı cemiyeti sanatından felsefesine kadar, idari sisteminden fikir yapısına kadar her yönüyle Yunan medeniyetinin bir kopyası mahiyetinde idi.
Aslında serbest bir şahsî düşünme prensibi olan hümanizm akımının da demokrasi fikrinin zuhurunda esas bir tetikleyici olduğunu iddia ettiğimizde hadiseyi daha sarih şekilde fehmederiz. Fransızca "humanisme” kelimesinden peyda olan bu akım esasında Tanrı-merkezli değil de insan-merkezli bir temel kaide üzerine kuruldu. Haliyle bir dinî otorite ile yönetilen cemiyet anlayışıyla müsped manada iyi geçinebileceğini iddia etmek gayr-ı kabili izahtır. Filhakika, hümanizm çatısı altında birleşen burjuva sınıfına mensup olan ve Yunan medeniyetinin ve Latin kültürünün kat’î müdavimleri sayılan fertlerden mürekkepti. İşte hümanizm felsefesinin esasını teşkil ettiği demokrasi fikrinin cemiyete tatbikinde Fransız ihtilalinin tesiri pek büyüktür. Evvelde işçi haklarının daha müsped bir yükseltilmesini gaye edinen protestolar bidayetinde Fransa’ya nihayetinde ise çoğu Avrupa memleketine sirayet ederek devam ettiler. Sonrasında fert davası içtimai davaya dönüştü ve krallıklar, saltanatlar için, tabiri yerindeyse, bir tehdit haline geldi. Bir cemiyet hezeyanına dönüşen mezkûr hadiseler 18 yüzyıl sonlarında (1792 takriben) nihayet gayesine ulaştı ve 11792 de Fransa'da ilk cumhurî rejim kuruldu. Bazı muharrir ve kitapların yazdığına göre Fransa'daki "Birinci cumhuriyet devresi sayılan bu tarih diliminde (1792-1805) cumhurî rejim krallık beraber tatbik olundu. Zaten bu devreden evvel (1789) kralın yetkileri ekseriyetle kısıtlanmıştı. Böylelikle nihayetinde imparatorlukların sonunu getirecek ve bütün devletlere ve milletlere sirayet ederek olan cumhuriyet rejimi, bilgi yeteneği olan akıldan (teorik davranış) eylem yeteneği olan akla (pratik davranış) doğru Fransız ihtilali vesilesiyle bir taammüm (umumileşme) devresine sevk olundu. Bu "sevk olunma" devresinin sancılı geçmiş olması pek tabî idi zira asırlardır sultanlıkla, krallıkla idare olunan halkın kısa zaman içinde yeni rejime ayak uydurması kadar bu rejime kat’î şekilde halk vicdanına riayet edebilecek fertler yetiştirmesi de pek zor olsa gerek. Her ne kadar 11. ve 12. asırlarda Doğu alemine yapılan askeri tatbikatlar, savaşlar ve bilhassa haçlı seferleri münasebetiyle Doğu ve Batı arasında bir münakaşa peyda olmuş ve cemiyetin ufku pek az da olsa aydınlaşmışsa da bu ani temayül pek çok savaşlara vesile oldu. Bu minvalde Avrupa'da cumhurî rejimle beraber demokrasi fikrinin benimsenmesine vesile olan ve bugün Londra'daki Westminster katedrali önünde heykeli teşhir edilen edilen İngiliz devlet adamı Oliver Cromwell 'den az da olsa bahsetmekte fayda vardır. Kendisi ziyadesiyle dindar olan ve protestan mezhebine mensubiyetiyle bilinen Cromwell, 17, asrın ortalarında vukua gelen İngiliz iç savaşında etkin rol oynadı ve ömrünü krallık rejimini ortadan kaldırıp cumhuriyeti tesis etmeye vakfetti. Kral 1. Charles asıl olarak İskoçya kralının dünyaya ikinci oğlu olarak 1600'de dünyaya geldi. Lakin babası veraset usulü münasebetiyle İngiltere kralı da olunca haliyle 1. Charles’in de ileride kral olabilme imkânına zemin hazırlandı. Babasının ağır bir hastalık sebebiyle vefat etmesinden sonra İngiltere kralı oldu ve ülkenin en çalkantın zamanlarında ülkeyi idare etti. İşte bu hengâmede en şedid münakaşalar şüphesiz ki kralcılar ile muhalifleri olan parlamentaristler arasında peyda oldu.
Filhakika cumhurî rejimin kat'i müdavimleri olan parlamentaristerin başına Cromwell’in geçmesiyle bunlar daha de cesaretlendi ve nihayetinde Kral 1. Charles azledildi. Bununla da yetinmeyerek krala, meclis huzurunda idam cezası verildi. Kralın idamından sonra Cromwell öleceği 1658 senesine dek devlet başkanlığı görevini yaptı ve bu devir "Commonwealth" olarak adlandırıldı. Böylelikle cumhurî rejim halk arasında benimsendi ve sadece zihinlerde yer işgal eden ve bir türlü tatbik edilemeyen demokrasi fikri ise bundan gayrı sarahaten (açıktan) ferdin dikkatini celb etmekteydi. Tabiki de bu fevkâlbeşer telakkilerin evvelden fert tarafından nihayetinde ise cemiyet tarafından benimsenip, tahlil ve tenkid edildikten sonra bir düşünme ve yaşama tarzına dönüşmeleri zaruriydi. Lakin bu tahlil devresi pek fazla sürmedi. Cromwell 1658'de öldükten bir vakit sonra eski kralın oğlu 2. Charles ve etrafındakiler tekrardan güçlendi ve eski azametlerini geri alabilmek gayesiyle parlamentaristleri tekrar bertaraf etmeye muvaffak oldular lakin mesele bu kadarla da bitmedi. Kinleri o derece pek fazlaydı ki ölümünden iki sene sonra Cromwell’in mezarını açıp bedenini parçaladıktan sonra kafasını bir mızrağın ucuna geçirip Westminster katedralinin önünde teşhir ettiler. Hem de âdeta parlamentaristlere gözdağı verir gibi. Heyhat ki halihazırda Batı âlemi nasıl bir tenakuz içindendir ki bugün Westminster Katedralinin önüne Cromwell'in heykelini dikmişlerdir? Şüphe yok ki böyle bir ironi, böyle bir tezadlık tarihte az rastlanılır bir şeydir. Meselenin izahının pek uzayacağından şimdilik bu kadarıyla iktifa etmek suretiyle esas tahlilimize dönelim. Evvelde bu temayül devresinin çok savaşlara tanık etmesinden bahsetmiştik. Bu sert münakaşa ve savaşların dehşetlisi Fransız Devrim savaşlarıdır. Haliyle Fransız İhtilali ruhundan beslenen bu savaşlar sebebiyle Avrupa tam bir ateş topuna döndü. Takriben 10 sene süren bu savaşlar milyonlarca masum insanın ölmesine aynı şekilde milyonlarca köylünün göç etmesine, yerinden alıkonulmasına sebebiyet verdi. Halbuki ihtilalin esas gayesi garibanın hakkını savunmak ve onlar için daha müreffeh bir cemiyet inşa etmek değil miydi? Bilakis uğruna ihtilal yaptıkları insanlar en fazla eziyeti çekenler olmuştu. Binaenaleyh hadisata bu mevziden baktığımızda aslında bugün olduğu gibi Batı’nın fikrî ve fiilî hislerinin daima bir tenakuz halinde olduğunu söylemekten daha tabii bir şey yoktur. Devrim savaşlarını müteakiben Napolyon Bonaparte’ın yönetime geçmesiyle bu sefer de tarihe “Koalisyon savaşları" diye geçen hadiseler peyda oldu. Bu savaşlarda ise takriben en az 3 buçuk milyon insan yaşamını yitirdi. Bilhassa 15. asırdan sonra Avrupa kıtasında vukua gelen bu tür şedid münakaşa ve savaşların müncer olduğu netice, bugünki her fert yahud cemiyetin vicdanında müsped yahud menfî bir meyyalin hasıl olmasıdır.
Aziz okuyucular! Uzun bir fetret devrinden sonra kendisine tekrar tatbik sahası bulan, cumhurî rejimle beraber gittikçe umumileşen ve güçlenen, nihayetinde bugün ki Batı efkar-ı umumiyesinin bazen ferdî bazen de içtimai zahmetinden yahud keyfiyyetinden istifade ederek tabiri yerindeyse yeryüzündeki tüm milletlere bir şekilde sirayet etmiş olan demokrasi fikrinin mütalaasına dair şimdilik bu kadar malumat vermekte pek fayda vardır. Zira cemiyetler ve milletler genişledikçe ve umumileştikçe bu alemşümul fikriyatın mütalaası kadar tahlil ve tenkidi de doğal olarak değişiklik gösterecektir. Elbette ki bu fikirlerin aziz vatanımız olan Türkiye'ye sirayetini ve tatbikini bunun devamı mahiyetinde mütalaa etmeye kalkışsak değil sayfalar ciltler dolusu kitaplar dahi kâfi gelmez. Binaenaleyh bunu başka bir yazımızda pek muhtasar bir şekilde ele almak üzere şimdilik bu kadarıyla iktifa edeceğiz...